İçeriğe geç

Saatleri Ayarlama Enstitüsü – Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bundan önce okuduğum kitabın Sapiens olmasından mı, yoksa güzel bir tesadüf mü bilemiyorum ancak kitaptan çok farklı bir çıkarımda bulunacağım. Sapiens’i okuduysanız eğer o kitapta yazar günümüz şirketlerinden bahsediyor ve bu şirketlerin aslında insanların hayal ürünü olduğunu, insanlar çıkarları doğrultusunda marka dediğimiz hayali şeylere inandıkları için şirketlerin var olduğunu veya bu kadar popüler olabildiğini bizlere hatırlatıyordu.

Günümüzde yazılım firmalarının da gelişmesiyle para ödediğimiz bazı şeyler artık tamamen fiziksel olmaktan çıktı ve birer deneyim diyebileceğimiz şeyler haline geldi. Hatta para dediğimiz şey bile artık sanal bir araç halini aldı. Bu durumda ortada olmayan, göremediğimiz, dokunamadığımız, fiziksel bir madenden üretilmemiş bir şey neden bu kadar değerli kabul ediliyor? Çünkü ortada karşılıklı bir güven var ve o sanal aracı kullanan kişiler onun değerli olduğuna inanıyorlar. Ne kadar çok kişi o şeyin değerli olduğuna inanırsa o kadar çok kişi o şeyi kullanıyor ve gerçekten değerli bir şey haline geliyor.

Peki bunu neden anlatıyorum? Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okudukça da anlaşılıyor ki insanların inanabileceği fikirlerin bir sınırı, bir seviyesi yok. Ayrıca inanılan şeyin büsbütün bir yalan olması da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Çünkü insanlar inandıkça yalanlar gerçeğe, basit ve saçma fikirler değerli birer inanca dönüşüyor. Aynı zamanda bu durum toplumları şekillendirmenin de bir aracı. Bu acayip mucizenin de çok büyük bir kusuru var, ortaya çıkan bu değerli yapı ne kadar büyük ve kudretli olursa olsun bambaşka bir fikir veya inanç ile aniden ortadan kalkabiliyor.

İyi Saatte Olsunlar

Biraz daha kitap özelinde yazmam gerekirse, yazardan okuduğum bu ilk kitap beni gerçekten memnun etti. Zaman dediğimiz o kıymetli algının değerini anlatarak başlayan karakterimiz Hayri İrdal kendi ağzından bazen acıklı, zaman zaman komik ve eğlenceli hayat hikayesini, tabii ki ironilerle bizlere aktarıyor. Kendisinin de dediği gibi Halit Ayarcı ile tanışması öncesi ve sonrası olarak hayatı iki farklı dönemden oluşuyor. Kültürel farklılıklar sebebiyle arada kalmışlık kendini hissettiriyor. Ne tamamen batılılaşa bilen, ne de yavaş yavaş kopulan anadolu kültürüne dönmeyi başarabilen insanların arada kalmış o çaresizliği günümüzde de geçerli.

Bir tarafta durgun, içine kapanık, yeniliklere karşı, realistim diyen ancak bunu hep olumsuz taraflara çeken bir bakış, diğer tarafta ise bu sürekli düşünceli ve kaygılı bakış açısını harekete geçirmeye çalışan, aktif, yenilikçi çaba. İşte bu zıt kutupların birbirlerini nasıl etkilediklerini ve yavaş yavaş değiştirdiklerini gözlemliyoruz.

Kitabın dilinin biraz ağır olduğu doğru, bu durum günümüzde kullanılmayan bazı kelimelere yabancılığımızdan kaynaklanıyor. Yoksa anlatım gayet sürükleyici. Yazarın lafının nereye varacağını sık sık önceden söylemesi de farklı bir anlatım biçimi. Örneğin, daha o zamanlar şu kişi vefat etmemişti aramızdaydı gibi sözleriyle daha konu oraya gelmeden şakkadanak bazı karakterleri hakkın rahmetine kavuşturduğu olmuştur. Sonuç olarak, çok farklı ve eğlenceli karakterleri içerisinde barındıran bu eseri okumayı düşünenlere kesinlikle başlamalarını öneriyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir