
Kitaba başlarken kendimi Stephen King romanlarında olduğu gibi gerilimin sürekli üst noktalarda olduğu bir akışa hazırlamıştım. Daha önce okuduğum incelemelere birazcık da kendi hayal gücümü ekleyerek değişik beklentilere girmişim. Kitap bizleri 18.yy. Fransa’sında leş kokular eşliğinde karşılıyor. Dönemin sokaklarındaki kokuyu tarifle başlayan yazarımız okurken bile burnumuzun direğini sızlatmayı başarıyor. Böyle hoş(!) kokular eşliğinde balık temizleyen hamile bir kadının mucize diyebileceğimiz bir doğurma anına şahitlik ediyoruz. Bizim için mucize ancak onun için çok kısa sürede öleceğini tahmin ettiği bilmem kaçıncı yük, yaşamasını asla beklemiyor. Oracıkta doğuruyor ve kimsenin fark etmemesini umuyor. Tabii ki işler beklediği gibi gitmiyor ve Jean-Baptiste Grenouille balıkların arasından bizleri selamlıyor.
Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere yazar bizlere koku alma duyusunun ve binbir çeşit kokunun aslında ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor. Sürekli bir şeylerin kokularının detaylı betimlemelerini okuyarak ilerliyoruz ki bu durum her okura hitap etmeyebilir. Sınıfsal farkların net bir şekilde okura yansıtıldığını görüyoruz, beklenildiği üzere baş kahramanımız, öhöm şey yani katilimiz sefalet içerisinde bir hayata gözlerini açıyor. Daha bebekken bile kilisenin ayarlamaya çalıştığı süt anneleri onu bir şekilde reddediyor. Grenouille büyüdükçe bazı fiziksel engelleri olmasının yanında kokuları net bir şekilde ayırt edebilmek gibi bir yetisi olduğunu fark ediyor. Kendisi hakkındaki bu keşif onu dünyayı öğrenmeye itiyor, koku hafızasını geliştirmek için bilmediği kokuların peşinden gitmeye başlıyor.
Kendisiyle ilgili bu keşif sonrası gidebileceği en iyi yerlerden birisi olan parfüm dükkanına çırak olarak girmenin bir yolunu buluyor. İnsanı içten içe yiyip bitiren bütün o diğer arzular gibi Grenouille de kendini daha fazlasını ararken buluyor ve bu arayışın sonu da pek iyi değil. Kokuların karıştırılıp ortaya herkesin beğeneceği bir şeyler çıkarmak konusunda usta olan süper burun bir yerden sonra nasıl daha güzel yaparım diye sorguluyor ve keşfettiği bazı kokuların parfümü yapılabilir mi sorusunun cevabını arıyor. Ne hikmetse dünyanın en güzel kokuları da henüz 16 yaş civarındaki kızların yaydıkları kokular ve bir şekilde Grenouille bu kokuları elde etmeli.
Karakterin hem fakirliği, hem vücudunun çarpıklığı, hem kendi kokusunun olmayışı gibi değişik sebeplerden toplum tarafından pek de onaylanmayan veya daha çok görmezden gelinen bir yapısı var. Bu durum da onu toplumdan uzaklaşmaya, kendini en ücra bölgelerde tamamen insandan uzak yaşamaya itiyor. Ama gelin görün ki ne kadar nefret ederseniz edin insan olmak bir arada yaşamak, toplum olmak demek. Dolayısıyla yazar bireyselliğin acı tadını, toplumsal saçmalıkların yaşattığı garabetleri, çıkar ilişkilerini, nefreti, öfkeyi, acıyı, kısaca duyguları sadece o dönem için değil aynı zamanda her döneme hitap edecek şekilde kaleme almış. Bize de bu maceraya ayak uydurmak düşer. Keyifli okumalar.